"Tanrı neden kötülüğün meydana gelmesine izin veriyor?" sorusuna felsefi bir yanıt

Tanrı mutlak iyi ise neden dünyada kötülüğün olmasına izin verir?

Bu soruya iki farklı yaklaşımla cevap verilebilir. Öncelikle bu soruyu sorun birisinin tam olarak neyi kastettiğini anlamak gerekir. Örneğin insanların işlediği kötülük kavramı. Eğer kastedilen buysa elbette tanrı bu tarz kötülüğün gerçekleşmesine izin veriyor. Çünkü bize özgür seçim hakkı tanımış oluyor. İyiyi ya da kötüyü seçebilme imkanı sunup dünyaya ve birbirimize karşı sorumluluk yüklüyor ve eğer sorumluluk sahibi olacaksak iyiyi ve kötüyü seçebilme yetimiz de olmak zorundadır.

İkinci yaklaşım ise zaman zaman meydana gelen doğal afetler. Tabii ki tanrı doğal afetlere de izin veriyor. Depremler, tsunamiler, salgın hastalıklar... Bu şekilde bu tür felaketler karşısında sabırla karşılık verip veremeyeceğimizi ölçer ve bu felakete maruz kalanlara yardım edip etmeyeceğimi sınar. Böylece sorumluluk duygusu kazanarak kendi karakterimizi oluştururuz.

Bazı dinlere göre dünya zaten iyiler için cehennem kötüler için cennettir. Dünya bir sınav yeridir ve zaten başımıza her türlü bela gelebilir. O yüzden kötülüğün olması normaldir.

Ancak bazıları da "madem tanrı ne yapacağımızı, sonunda nerede olacağımızı biliyor, neden böyle bir girişimde bulunmuş?" diyor. Burada da "cehenneme neden gittiğini öğrenirsin" derler bu bence saçmadır.
 
Bu soruya iki farklı yaklaşımla cevap verilebilir. Öncelikle bu soruyu sorun birisinin tam olarak neyi kastettiğini anlamak gerekir. Örneğin insanların işlediği kötülük kavramı. Eğer kastedilen buysa elbette Tanrı bu tarz kötülüğün gerçekleşmesine izin veriyor. Çünkü bize özgür seçim hakkı tanımış oluyor. İyiyi ya da kötüyü seçebilme imkanı sunup dünyaya ve birbirimize karşı sorumluluk yüklüyor ve eğer sorumluluk sahibi olacaksak iyiyi ve kötüyü seçebilme yetimiz de olmak zorundadır.

Genel olarak Tanrı'nın olması/tanrının her şeyi bilmesi özgürlüğe ters değil midir? Determinizme göre insan özgür değil ve her şeyi koşullar belirliyor diye biliyorum.
 
Tanrı mutlak iyi ise neden dünyada kötülüğün olmasına izin verir?

Bu soruya iki farklı yaklaşımla cevap verilebilir. Öncelikle bu soruyu sorun birisinin tam olarak neyi kastettiğini anlamak gerekir. Örneğin insanların işlediği kötülük kavramı. Eğer kastedilen buysa elbette Tanrı bu tarz kötülüğün gerçekleşmesine izin veriyor. Çünkü bize özgür seçim hakkı tanımış oluyor. İyiyi ya da kötüyü seçebilme imkanı sunup dünyaya ve birbirimize karşı sorumluluk yüklüyor ve eğer sorumluluk sahibi olacaksak iyiyi ve kötüyü seçebilme yetimiz de olmak zorundadır.

İkinci yaklaşım ise zaman zaman meydana gelen doğal afetler. Tabii ki Tanrı doğal afetlere de izin veriyor. Depremler, tsunamiler, salgın hastalıklar... Bu şekilde bu tür felaketler karşısında sabırla karşılık verip veremeyeceğimizi ölçer ve bu felakete maruz kalanlara yardım edip etmeyeceğimi sınar. Böylece sorumluluk duygusu kazanarak kendi karakterimizi oluştururuz.

Bu sorunun cevabını söyle açıklığabiliriz İslam inancına göre bize bahşedilen bu hayat bir imtihan ve bu imtihan zorluklarla dolu kötülükte bu zorluklardan biridir aslında Tanrı her şeyden haberdar sadece imtihanın gereğini sağlıyor verdiğin örneklerden biri olan doğal adetlerde imtihanın bir parçası ve hepimiz bir gün bu imtihanlardan geçeceğiz işinin sonunda cennet veya cehhenem.
 
Tanrı dünyevi olaylara karışmıyor, tamamen özgür iradeye sahibiz. Şeytan ise insanları kötüye yönlendirmeye çalışıyor. Tüm olay bundan ibaret.
Seçemediğin coğrafyadan ana babadan cinsiyetten ırktan dinden vs Dünyaya gelmek küçük bir olaymıdır?burda insan iradesi nerde?senin seçemediğin din üzere dünyaya gelmen bile ileriki yaşamında birçok iradesel tercihini kısıtlama altına alıyorken nasıl oluyorda dünyaya karışmıyor?bunlar bu dünyada cereyan eden olaylar hatırlatayım.
 
Anlayamadığınız şeyler buradan çok net anlaşılır.

Hızır -aleyhisselâm- cevâben:

“–Yâ Mûsâ! Allâh bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur.” dedi.[1]

Mûsâ -aleyhisselâm-, Hızır -aleyhisselâm-’dan bu ilmi telâkkî etme arzusunu bildirdi. Zâhiren akılla anlaşılması mümkün olmayan, kendisine acâib ve garâibden görülen bazı hakîkatlerin hikmetini Hızır’dan öğrenecekti.

“Mûsâ O’na:

«–Allâh’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?» dedi.” (el-Kehf, 66)

Hızır -aleyhisselâm-:

“Dedi ki:

«–Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?»” (el-Kehf, 67-68)

Bu sözlerle Hızır -aleyhisselâm-, Hazret-i Mûsâ’nın psikolojik durumu hakkında ilk keşfi yapmış, O’na kendini anlatmış oluyordu ki, bu tespit sonunda gerçekleşecekti. Hazret-i Mûsâ’nın alacağı hisse, kendi yerini bilmek ve bir sabır dersi almaktı. Yâni Hazret-i Mûsâ’ya hâl lisânı ile:

“–Benimle beraberliğe sabretmek, senin elinden gelmez. Sen bu hususta mâzursun. Çünkü bu ilmin kemâli, henüz Sana verilmemiştir.” demekteydi.

Mûsâ -aleyhisselâm-:

“«–İnşâallâh, beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem!» dedi.” (el-Kehf, 69)

Hızır -aleyhisselâm-:

“–Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana suâl sorma! Yâni tartışma şöyle dursun; sorup anlamak için bile sorma!” dedi.

“(Doğrusu o sâlih kul):

«–Eğer bana tâbî olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana suâl sorma!» dedi.” (el-Kehf, 70)

Ve o meşhûr yolculuğa çıktılar. Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinde bu hikmet ve ibret dolu yolculuk şu şekilde anlatılır:

“Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman O (Hızır), gemiyi deldi.

Mûsâ:

«–Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten Sen (ziyânı) büyük bir iş yaptın!» dedi.

(Hızır:)

«–Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?» dedi.

(Mûsâ:)

«–Unuttuğum şeyden dolayı beni muâheze etme; işimde bana güçlük çıkarma!» dedi.” (el-Kehf, 71-73)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

“Böylece Hazret-i Mûsâ’dan ilk unutma vâkî oldu. Bu sırada bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve ardından su içmek üzere gagasını denize daldırdı. Bunun üzerine Hızır -aleyhisselâm- Hazret-i Mûsâ’ya:

«–Allâh’ın ilmi yanında senin, benim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır.» dedi.” (Buhârî, Tefsîr, 18/2-4)

“Yine yürüdüler. Nihâyet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki:

«–Bir cana karşılık olmaksızın mâsum bir cana nasıl kıyarsın?! Gerçekten sen fenâ bir şey yaptın!»

(Hızır):

«–Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi?» dedi.

(Mûsâ:)

«–Eğer, bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme! Hakîkaten benim tarafımdan (ileri sürülebilecek) mâzeretin sonuna ulaştın!» dedi.” (el-Kehf, 74-76)

Bu sözü ile Hazret-i Mûsâ, artık özür dileyecek hâli kalmadığını anlatmak istemişti.

“Yine yürüdüler. Nihâyet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misâfir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Mûsâ:

«–Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin!» dedi.

(Hızır) şöyle dedi:

«–İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim!»” (el-Kehf, 77-78)

“Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hâle getirmek istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ebeveyni mü’min kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin!” (el-Kehf, 79-81)

“Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara âit bir hazîne vardı; babaları ise, sâlih bir kimse idi. Rabbin istedi ki,[2] o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazînelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur!” (el-Kehf, 82)
 
Eğer Tanrı varsa, kötü veya iyi diye bir şey olmaz onun için. "Tanrı iyidir." kalıbı, dinler tarafından ortaya atılmış açıklamadır.

Mantıken Tanrının iyi ya da kötü olması gerekmiyor. Ama eğer o Tanrı ise, keyfi olarak iyi ya da kötü de olabilir. O zaman da bu sorular ortaya çıkıyor;

  • Eğer Tanrı, iyiyse kötülük neden var?
  • Eğer Tanrı, kötüyse iyilik neden var?
Mantıken şu söylem daha doğru olabilir;

""Tanrı, iyiyi ve kötüyü yarattı. Dedi ki, "Size irade verdim. Kararlarınızı ve kaderinizi kendiniz belirleyin. İyi olanları ödüllendireceğim, kötü olanları cezalandıracağım.""

Tanrı keyfi olarak iyilik yapanları ödüllendiriyor(kötülük yapanları da ödüllendirebilirdi). Tanrının iyi olmaya ya da kötü olmaya ihtiyacı yoktur. Eğer ikisinden birisini seçip öyle davransaydı, Tanrının söylemlerinden bize yalan söylediğini anlardık. Pekala Tanrı, bize yalan söylemeyi de tercih edebilir. Ama bu Tanrı dediğimiz kavramı daha da acizleştirir.

Dinlerdeki Tanrılar, yalancıdır. Tanrı yalan söylemeye neden ihtiyaç duysun? Bu ancak keyfi olabilir.


Anlayamadığınız şeyler buradan çok net anlaşılır.

Hızır -aleyhisselâm- cevâben:

“–Yâ Mûsâ! Allâh bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur.” dedi.[1]

Mûsâ -aleyhisselâm-, Hızır -aleyhisselâm-’dan bu ilmi telâkkî etme arzusunu bildirdi. Zâhiren akılla anlaşılması mümkün olmayan, kendisine acâib ve garâibden görülen bazı hakîkatlerin hikmetini Hızır’dan öğrenecekti.

“Mûsâ O’na:

«–Allâh’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?» dedi.” (el-Kehf, 66)

Hızır -aleyhisselâm-:

“Dedi ki:

«–Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?»” (el-Kehf, 67-68)

Bu sözlerle Hızır -aleyhisselâm-, Hazret-i Mûsâ’nın psikolojik durumu hakkında ilk keşfi yapmış, O’na kendini anlatmış oluyordu ki, bu tespit sonunda gerçekleşecekti. Hazret-i Mûsâ’nın alacağı hisse, kendi yerini bilmek ve bir sabır dersi almaktı. Yâni Hazret-i Mûsâ’ya hâl lisânı ile:

“–Benimle beraberliğe sabretmek, senin elinden gelmez. Sen bu hususta mâzursun. Çünkü bu ilmin kemâli, henüz Sana verilmemiştir.” demekteydi.

Mûsâ -aleyhisselâm-:

“«–İnşâallâh, beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem!» dedi.” (el-Kehf, 69)

Hızır -aleyhisselâm-:

“–Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana suâl sorma! Yâni tartışma şöyle dursun; sorup anlamak için bile sorma!” dedi.

“(Doğrusu o sâlih kul):

«–Eğer bana tâbî olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana suâl sorma!» dedi.” (el-Kehf, 70)

Ve o meşhûr yolculuğa çıktılar. Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinde bu hikmet ve ibret dolu yolculuk şu şekilde anlatılır:

“Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman O (Hızır), gemiyi deldi.

Mûsâ:

«–Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten Sen (ziyânı) büyük bir iş yaptın!» dedi.

(Hızır:)

«–Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?» dedi.

(Mûsâ:)

«–Unuttuğum şeyden dolayı beni muâheze etme; işimde bana güçlük çıkarma!» dedi.” (el-Kehf, 71-73)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

“Böylece Hazret-i Mûsâ’dan ilk unutma vâkî oldu. Bu sırada bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve ardından su içmek üzere gagasını denize daldırdı. Bunun üzerine Hızır -aleyhisselâm- Hazret-i Mûsâ’ya:

«–Allâh’ın ilmi yanında senin, benim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu kuşun denizden gagasıyla aldığı su kadardır.» dedi.” (Buhârî, Tefsîr, 18/2-4)

“Yine yürüdüler. Nihâyet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Mûsâ dedi ki:

«–Bir cana karşılık olmaksızın mâsum bir cana nasıl kıyarsın?! Gerçekten sen fenâ bir şey yaptın!»

(Hızır):

«–Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi?» dedi.

(Mûsâ:)

«–Eğer, bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme! Hakîkaten benim tarafımdan (ileri sürülebilecek) mâzeretin sonuna ulaştın!» dedi.” (el-Kehf, 74-76)

Bu sözü ile Hazret-i Mûsâ, artık özür dileyecek hâli kalmadığını anlatmak istemişti.

“Yine yürüdüler. Nihâyet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misâfir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Mûsâ:

«–Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin!» dedi.

(Hızır) şöyle dedi:

«–İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim!»” (el-Kehf, 77-78)

“Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hâle getirmek istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ebeveyni mü’min kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin!” (el-Kehf, 79-81)

“Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara âit bir hazîne vardı; babaları ise, sâlih bir kimse idi. Rabbin istedi ki,[2] o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazînelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur!” (el-Kehf, 82)
Eeee?? Ne anlamalıyım buradan? "Anlamadığınız şey" deyip, daha da çıkmaza sokuyorsun.

Ortada bir Hızır karakteri var ve çocuğun boynunu kıracak kadar aklını yitirmiş. Eeee, yani? "Neden kötülük var?" sorusuna cevap mı şimdi bu? Kopyala yapıştır yaparak cevap mı vermiş olunuyor?
 
Son düzenleme:
Eğer Tanrı varsa, kötü veya iyi diye bir şey olmaz onun için. "Tanrı iyidir." kalıbı, dinler tarafından ortaya atılmış açıklamadır.

Mantıken Tanrı'nın iyi ya da kötü olması gerekmiyor. Ama eğer o Tanrı ise, keyfi olarak iyi ya da kötü de olabilir. O zaman da bu sorular ortaya çıkıyor;

  • eğer Tanrı, iyiyse kötülük neden var?
  • eğer Tanrı, kötüyse iyilik neden var?
Mantıken şu söylem daha doğru olabilir;

""Tanrı, iyiyi ve kötüyü yarattı. Dedi ki, "size irade verdim. Kararlarınızı ve kaderinizi kendiniz belirleyin. İyi olanları ödüllendireceğim, kötü olanları cezalandıracağım.""

Tanrı keyfi olarak iyilik yapanları ödüllendiriyor(kötülük yapanları da ödüllendirebilirdi). Tanrı'nın iyi olmaya ya da kötü olmaya ihtiyacı yoktur. Eğer ikisinden birisini seçip öyle davransaydı, Tanrı'nın söylemlerinden bize yalan söylediğini anlardık. Pekala Tanrı, bize yalan söylemeyi de tercih edebilir. Ama bu Tanrı dediğimiz kavramı daha da acizleştirir.

Dinlerdeki Tanrı'lar, yalancıdır. Tanrı yalan söylemeye neden ihtiyaç duysun? Bu ancak keyfi olabilir.

Eeee? Ne anlamalıyım buradan? "anlamadığınız şey" deyip, daha da çıkmaza sokuyorsun.

Ortada bir hızır karakteri var ve çocuğun boynunu kıracak kadar aklını yitirmiş. Eeee, yani? "neden kötülük var?" sorusuna cevap mı şimdi bu? Kopyala yapıştır yaparak cevap mı vermiş olunuyor?

Sen okumamışsın yine de öğrenmek istersen kısacık cevap vereyim sizin kötülük zannettiğinizde vardır bir hayır, sizin hayır zannettiğinizde vardır bir şer. Yani insan oğlunun aklı ve feraseti yetersiz kalıyor.
 

Geri
Yukarı